Uludağ Kampı Ağustos 2008

Birkaç gündür o kadar heyecanlıydım ki gitmeyelim diye her türlü mızmızlığı yaptım; kolay değil 16,5 aylık bir bebek ile ilk ciddi dağ faaliyetimizi yapacaktık.Mızmızlıkta kazanamadım,Gittik,Alpay haklı çıktı,Ben kazanamadım,Erin kazandı,

 

Katılımcılar: Alpay Oğuş, Ayça Oğuş, Erin Oğuş, Kaan Kurt

Erin 10 Ağustos pazar saat 10:40 2543m Uludağ zirveden
aşağıya bakıp bu fotoğrafı gördü.

Biz kazandık…Gitmeden iki gün boyunca başım ağrıdı: heyecandan,

Yol boyu sesim çıkmadı: heyecandan,
Tırmanışa başladık nefesim kesildi: heyecandan..
bacaklarım titredi ilk külahı çıkarken: bu heyecandan değil..2 seneyi geçti kamp yükü taşımıyorum, çarşak çıkmıyorum,dağa gitmiyorum.

Normalde otellerden yürümeye başladığımız rotayı Erin dolayısı ile madenler çıkış noktası alarak yola koyulduk. İlk yarım saatlik külahı nefesim kesilerek, ciğerlerim biraz acıyarak tırmandım. Erin Alpay’ın sırtında eğlene eğlene çıktı,
sorun yok; ben rahatladım.
Saat 13:00 gibi başladık yürüyüşe, ben yine heyecandan saate bakmamışım, peki ya diğerleri?? Kaan ve Alpay da aynı benim gibi endişelere sahipti zannediyorum ancak benim konuşmamdan onlara fırsat kalmadı: sadece bir ara” sus Ayça yaaa tamam birşey olmayacak biraz daha konuşursan dalacağım şimdi sana” diyen Kaan oldu şakayla karışık.. bende sustum..
külahı çıkıp düz alana gelince herşey normal gibi geldi: normaldi de zaten. Birkaç saatlik yürüyüşle gölün yanına zirvenin altına ulaştık. Yol boyunca bir iki kere mola verip Erin’i çantasından indirdik ki bacakları açılsın biraz yürüsün ama yürümek ne demek her yer taş toprak ve Erin bundan dolayı çok mutlu, taşları bir yerden alıp öbür yere atıyor, toprakları avuçlayıp kendi kendine şarkılar söylüyor. Hava çok sıcak olmasına rağmen yükseklerde rüzgar yerli yerinde duruyordu. Erin’i uzun kollu giydirip her yerine koruma kremini sürmek gerekiyordu neyse ki bu konuda sıkıntı yaşamadık. Ancak bizim bile ellerimiz şişmişken Erinde şişlik olmamasını bekyemezdim: gözleri kıpkırmızı,şiş, burnu şiş ve sümüklü olarak tüm yürüyüşü devam ettirdi.

Göle vardığımızda güneş artık tepemizden ayrılmıştı.. En son göle inen çarşakta ben artık yapamayacağım en iyisi burada oturup bırakayım diye kendi kendime söylenmeye başladığımı fark ettim. Anne kadın ile dağcılık yapan kadın birbirine karışmıştı. Erin’in birkaç gündür burnunun tıkalı olmasından dolayı biraz endişem arttı: rüzgar ve basıncın deniz seviyesinden farklı olması sebebiyle burnu sürekli aktı durdu ve ben yanıma ateş düşürücü bir ilaç almadığım hatasını fark ettim böylece ” ya ateşlenirse” kuruntum ile beraber bir de baktım göle varmışım bile..
Erin Alpay ile mutlu mesut ” paa paa*” diye göle taş atıyor, göle girmek için ısrar ediyor..hava artık soğuk ve göle değil Erin biz bile girmeyiz o saatten sonra. “Yarın sabah gireceğiz” diye ikna ettikten sonra Kaan ateşi yakmaya ben sıcak bir ıhlamur kaynatmaya Alpay da kampı kurmaya koyulduk. Uzun zamandan sonra ilk defa dağcı yemeği yaptık:)kısa,merasimsiz, az yemek ancak besleyici: tarhana, bulgur ama bulgurumuzda sebzelerimizi unutmadık!!..

Erin o kadar yorulmuştu ki biraz kamp alanımızda oynadıktan sonra ağlamaları mızırdanmaları başladı, yemeğini azıcık yedi ve saat 21:00 de sızdı ancak kolay olmadı sızması: yorgunluktan!..Gece 3-4 kere uyandı sanırım uyku tulumunda pek rahat değildi. Aslında bu ilk kampı olmamasına ve daha önceleri uyku tulumunda deliksiz uyumasına rağmen bu kadar uyanmasının sebebi bir süredir çıkartmaya çalıştığı dişleri ve tıkalı burnu diye düşündüm. Alpay ve ben sabaha kadar pek uyumadık. Uyumadığımızı zannetmiş de olabiliriz çünkü sabah saat 07:00 de ayakta ve gözlerimiz fal taşı gibi açık Erin’in uyanmasını bekliyorduk. Arada uyanmalarını – ki uyanmadı sadece azıcık ağladı- saymazsak sabah saat 08:00′e kadar deliksiz uyudu. Akşamdan kalan bisküvili pudingi,biraz tahin pekmezli ekmeğimizi ve Kaan’ın taşıdığı kavunumuzdan oluşan merasimsiz kahvaltımızı yapıp kampı toplayıp zirve yoluna koyulduk. Gölden zirveye çıkan yol normalde yüksüz 1 saati bulmazken, benim bitmiş performansın, doğum sonrası+12 kilom ve kamp yüküm ile yavaşlığım sayesinde 1,5 saati buldu. Patikanın başında çantalarımızı bırakıp zirveye yürüdük.
Ve Erin 2543 metrede zirve bayrağının yanında oturup zirve defterine yol boyunca söz verdiğimiz “cidim**”‘ini yapıyor!..

Bu çok heyecan verici bir andı. Hep “acaba Erinle de dağlara gidebilecek miyiz??” diye merak ediyordum ve gittik ve bundan sonra da giebileceğimizin ışığını gösterdiği uyum ve mutluluk ile bize verdi.
Zirvede biraz oyalandıktan, benim hamileyken koluma taktığım ve Erinle çıkacağım ilk zirvede saklayacağım ipi yerine koyduktan, zirve defterine bir iki kelime karaladıktan sonra dönüş yoluna çıktık.

3 aşamayı sıkıntısız atlatmanın verdiği rahatlıkla 4. aşamaya başladık. 4. aşama ilk üçünden biraz daha zor oldu çünkü Erin’in uyku saati ile çakıştı böylece Alpay’ın sırtında uyuyakaldı. Alpay’ın zaten yorgun olan bedeni inişin ve dönüşün her zaman daha zor olduğu göz önüne alınırsa daha da yoruldu. Uyuyan bir bebeği dağ şartlarında sırtta taşımak oldukça zor. 20 dakikaya yakın yürüdükten sonra mola vermeye karar verdik. Durduğumuz ve Erin’i çantadan indirdiğimizde öğlen uykusu 20 dakika ile sona erdi ancak biraz olsun kendini şarj eden ufaklığımız yine sıkıntı vermeden bizimle yola devam etti. Normalde 2 mola verdiğimiz yürüyüş rotasında kısa kısa molalar vererek arabamıza 2,5 saat içerisinde vardık.
Ben son külahı inerken artık “şöyle oturup kaysam aşağıya kadar” diye düşünmeye başladım.Beyin ne yapacağını biliyor ama koordinasyonumu kaybetmişim, zamanla geri gelecektir.
Alpay’ın ve benim hayal ettiklerimizden biri daha gerçekleşti. Kaan’a gelince: O bizden daha heyecanlıydı buna ortak olduğu içinSmileUludağ yaz faaliyeti her zaman düz ve kolay bir yürüyüş olmasına rağmen işin içinde 16,5 aylık bir bebek olduğunda bizim Ağrı’mız oldu sanki.Endişeler, ne olacaklar birleşti ama su üstüne çıkmadılar. Herşey su gibi kolay ve keyifli oldu, ruhlar tazelendi.

Gece yatarken Alpay bana “dağlar bize çok şey verdi şimdi Erin’e verecekler.. rahat uyu birşey olmayacak” dedi..
uyuyamadım..
birşey olmadı..

Dağların bize daha çok şey katmasını, doğanın hayatımızdan eksik olmamasını dilemekteyim şimdi yorgun ama mutlu bedenimle.

*Pa = su,deniz,göl v.b
** Cidim= kalem ya da boya ile yapılan her türlü çizim

Ayça Oğuş

1977 İstanbul doğumlu. 1995 İtalyan lisesi, 1999 Kocaeli Üniversitesi Ekonomi mezunu.Önce gezi ve doğa fotoğrafçılığı yaptı. 2007 yılında anne oldu, fotoğrafçılık teması çocuklara yöneldi.2009 yılından beri doğum fotoğrafları , 2010 yılından beri yeni doğan bebek fotoğrafları çekmektedir.2010 -2014 yılları arasında Muammer Yanmaz Fotoğraf Atölyesinde Doğum Fotoğrafçılığı Atölyesi
2015 FUJIFILM EĞİTİM MERKEZİ Doğum Fotoğrafçılığı Atölyesi vermiştir halen özel dersler veremeye devam etmektedir.
Deneyimlerini ve yaşam tarzını anlattığı 2006 yılından beri yazdığı Pi-NiK Kuş adlı blogun yazarıdır.
Ailesi ile birlikte ” Kampa Gidelim mi Baba”  diyerek, diğer ailelere doğa içerisinde yaşayabilecekleri kamplara götürmek konusunda rehberlik yapmaktadır.
Kendi içsel yolculuğunda 2001 yılından öğrenci olarak başladığı yogada 2016 da Deniz Bağan ve Çelen Arıman’dan temel yoga hocalık eğitimini, 2017’de Gizem Onay Collet’ten Hamile yogası hocalık eğitimini tamamlamış halen Çelen Arıman’dan Yin Yoga hocalık eğitimi almaya devam etmekte, Hamile yogası ve başlangıç seviyesi yoga dersleri vermektedir.
Mandala Meditasyonunu bir şifa çalışması olarak kullanarak, yetişkin ve çocuklarla Mandala Atölyelerine liderlik ederek katılımcıların kendi yolculuklarını yaratmalarına yardımcı olmaktadır.Sergiler:2005 Aralık Yalçın Savuran ve proje grubu ile bir gölge konulu karma sergi

2010 Aslı Tür ve ÖzlemTuran ile “Her Damlası Altın:Anne sütü” Sergisi

2012 Bige Yalın ve Özlem Turan ile “Anneliğe Doğmak” Sergisi”

2013 40 Haramiler “İnsan Hikayeleri” Karma Fotoğraf Sergisi

2013 10. Renk : Paris Projesi Sergisi

2015 : Yüzkumbarası Projesi

Yorum Ekle