Perşembe, 01 Ekim 2015 22:35

Su diyarı pırlantalar ülkesi Kaçkarlar

Yazan

Kampa gidelim mi baba ile Kaçkarlar'da olağanüstü yedi gün geçirdik. Bu kampa ilişkin söylenecek çok şey var, öncelikle yaşları 4 ila 11 arası değişen çocukların doğaya uyumu ve bu görece zor coğrafyada, büyüklere nazaran dayanıklılıkları, yedi aylık fena halde hamile Meltem'ciğimin kaprissizliği ve rehberimiz Alpay’ın yetkinliği, doğadaki rahatlığı ve çocuklara olan güveni  beni en çok etkileyen şeydi.  Kaçkarlar'ın sihiri öncelikle su, görmeseniz bile sesini duyduğunuz, yağmur yağmasa bile ıslaklığını hissettiğiniz su. Sonra çiçek denizi, burnunuza dolan çiçek kokuları, çiçek tozları. Binbirçiçek dağları ve duman.

Büyülü, tuhaf, yaban, hüzünlü ve yalnız ! Aşktan öte bir duygu var burada, yüzlerce yıllık, dağ ve yaylaları birbirine bağlayan patikalar sizi de geçmişe, geleceğe ve an’a bağlıyor, kökleniyorsunuz. Bu kadim coğrafyada insanların sessizliğinin tersine çılgın ve tempolu bir müzik, hızla fokurdayan deli dereler var. Derelerin üzerinde yığma taştan yapılan yüzyıllık şahane köprüler var. Hala evlerine dağlar arasına kurulmuş teleferikle giden insanlar var. Sırf bu bile buradaki insanların cesaretine hayran bırakıyor beni. Yaşam ve doğa ruhunuzu tamamıyla kapsıyor. İlginç bir biçimde yaşadığım Normandiya 'ya benziyor. Tam önümüze çıkarak kaçışan çizgili yavruları olan yaban domuzu ailesine bayılıyoruz. Nefis doğal faunası ve florası ile Türkiye yağmur ormanlarındayız.

Güzergah : Çamlıhemşin'den Zilkale’ye geçip Çat vadisini gezdik. Oradan Kale, çiçekli yayla ve Elevit'e geçtik. Elevit’ten Trovit’e oradan Aşıt,  Palovit, Samistal' a yürüyüp Amlakit’te konaklayıp Kotençur’a dogru yürüdük. Amlakit’ten Hazindağ’a yaptığımız yürüyüş en uzunu ve en zevklisiydi bana göre ! Bu yol 16 km idi, çocukların tamamı bu yolu sorunsuz yürüdü ve  Pokut’ta konakladık. Sal yaylasını ziyaret edip Çinçiva ‘dan yine Çamlıhemşin' e dönerek turumuzu tamamladık.  

Yağmur ve çiğ hayat burada. Yaylalardan yaylalara yüzlerce yıllık tarihi patikaları geçerken susuzluğumuzu ya  yaprakların üzerindeki çiğlerden ya da karşımıza çıkan yamaçlardan aşağı inen minik çağlayanlardan giderdik. Hazindağ çiğleri sihirlidir, içene şifa verir derlermiş. Bu pırlantadan çiğ damlacıkları gözümüzü kamaştırıyor. Kaçkarlar'da su yaprakların elinden içilir.

Çocuklar doğaya o kadar yakınlar ki hiçbirinin uyum problemi olmuyor onlar doğanın kucağında rahatlar. Bu yaylalar bu kadar çok çocuğu bir arada görmeyeli çok zaman olmuş!  Gördüğümüz buraya özgü olduğunu düşündüğüm mavi salyangozlarla saatlerce oynuyorlar, susuzluklarını bir su kaynağından doya doya içerek gideriyorlar, ufak sıyrıkları çiçek taç yapraklarıyla iyileştiriyorlar, konuşan ağaçları dinleyip , dağın tepesindeki taş yolda bir sonraki yolcular için kendi masallarını anlatıyorlar, ağaçlara sarılıp yabani otları iştahla yiyorlar. 

Unutulmayacak çok anı var, 'Anadolu’nun kayıp şarkıları' belgeselini izleyenler orada Ufuk ablanın sesini duydularsa mutlaka etkilenmişlerdir. Biz Ufuk ablayı dinleyebilme şansına nail olduk. Sadece Ufuk abla değil yörede şarkı söylemek kendini ifade etmenin bir yolu, karşılıklı atışmaları dinlerken saatler geçiyor farkına varmıyorsunuz. Karadeniz gençleri sürekli değişen hava gibi! bir anda güneş çıkabiliyor veya dumandan göz gözü görmüyor, aynı oranın nehirleri gibi hızlı tempolu akıyorlar ve çok güzel şarkı söylüyorlar. İçten, samimi kolay iletişim kurulan, duygu dolu insanlar.  Rehberimiz Uğur Biryol’du. Bu renkli ve bilge adamı tanımış olmak bile çok özeldi. Yaşanmışlıklarla dolu, "hissetmenin "had safhada olduğu bu coğrafyadan uzaklara ama çok uzaklara, bilinmeyene bir yolculuk yapmak kolay mı ? " diye yazmış Uğur Biryol 'Kaçkarlar'da Bulut Olsam' adlı kitabında. Bu yaşanmışlıkları gövdesine işlemiş ihtiyar ağaçlar var Kaçkarlar'da. Sevmemek mümkün mü kadim ağaçları, dağları, yüzleri çizgiden görünmeyen hoyrat zamanın tanığı nineleri, dedeleri ?

Yaylaya çıkalı çok olmamıştı,  ineklerini güden nineler, dedeler gördük. O dedeler ve nineler yağmurdan sırılsıklam olmuşken bizi,  evlerine misafir edip sıcacık çaylarından ikram ettiler.  Yanlarından zor ayrıldık. Yoldan geçen bir nineyle muhabbet etmek için nereye gidiyorsun ninem diye soran arkadaşa yaylaların özgür ninesi, Sana hesap mı vereceğim diye cevabı yapıştırmış .

Bu özel coğrafya alabildiğince yeşil, gökyüzü gri ve dumanlı, şakacı beyaz bulutlar beliriveriyor bir anda yanınızda ve çiçeklerle rengarenk yaylalar, gördüğüm böceklerin tümü aşktaydı, evet  bu Kaçkarlar mucizesi. Bölge özel koruma alanı işinde ve dünyanın öncelikle korumaya alınan 100 bölgesinden biri. Bir botanikçiyi heyecanladıracak çok fazla bitki var. Yer gök çiçek. Gözlemleyebildiğim kadarıyla  karışık orman yapısı var , nehir kenarlarında kızılağaçlar, söğütler, uzun yapraklı şimşir, fındık, yükseklerde bizi Karadeniz göknarı ki buraya özgü bir tür, Kazdağları göknarının bir alt türü ve kadim kayın ağaçları karşılıyor. Ağaçlar üzerinde epifit yosunlar ile uzun sakallı dedelere benziyorlar. Konuşan, hikayeler anlatan ağaçlar bunlar. Ağaçları birbirine yosunlar, eğrelti otları ve mantarlar bağlıyor. Bu mevsimde bu kadar çok mantarı başka yerde göremezsiniz. Bölgede en çok yöresel adıyla Kumar , orman gülleri karşılıyor bizi. Sarı, beyaz, pembe, ebruli. Yaylalarda düğün çiçekleri, beyaz anemon, gentiyan, güzel kokularıyla mürverler, turnagagaları, yabani sardunyalar, latyrus/nazendeler, kızıl meryem otları, kurt pençesi  , akyıldız, aslan pençesi, Vebaotu, kelotu
, yer mürveri, yoncalar, fiğ,   sarı kantaronlar. Yenilebilir çok bitki buluyoruz. Yabani roka yöresel adıyla çerkodim , frenk üzümü, likapa, yabani ahududu tarlaları, tel pancarı, lapsana, ballıbaba, kaldırık vs.

Çok özel yayla evlerinde kaldık. Yaylalarda kayboluyorsunuz sadece coğrafi olarak değil his olarak da.  Damdaki yağmur pıtırtısı, sobanın çıtırtısı, isli gaz lambası, ahşap evin kokusu, zaman ve mekan duygusunun kaybolduğu Kaçkarlar'da bir yaylada, sonsuz dinginlik ve sis içinde kendinizi tam hissediyorsunuz.

Bölgede insanlar bir ağaç gibi hür, bir orman gibi kardeşcesine yaşıyorlar. Birbirlerine çok bağlılar. Halen Şamanik izleri görmek mümkün. Çat vadisinde nazardan korunmak için hala yumurtalı, taşlı, bitkili düzenekleri ağaçlara asıyorlar. Kara lahana en yüksek rakımda bile oluşturulan bostanlarda ilk ekilen bitki, fasulyeli çorbasını bayılarak içiyoruz. Bu arada bitkilerden doğal çatılar var, çok etkileniyorum yüzlerce yıllık bilgi birikimi bu nesilden nesile geçen Çatılarda kullanılan bitkinin adı Sır otu. Permakültürcülerin kulaklarını çınlatıyorum.

Benim gibi daha once Karadeniz şarkılarına yabancıysanız bile bu ezgilere kapılıp gidecek ve döndükten sonra özlemle onları dinleyeceksiniz. Burada iki şarkıyı anmadan geçemeyeceğim biri Yasar Kurt’un söylediği Samistal yaylaları

Samistal yaylasinun

Neden erimez kari

Sevdumda alamadum

Böyle durdun ya hani

 

Yüksek dağlarun kari

Erimeden akarmi

Ben yürekten yanmişum

Ateş beni yakarmi

 

Çamlı hemşin deresi

Pazar hemşin deresi

Gene öyle akarmi

Akşamdan doğan aya

Nazli yarim bakarmi

 

Diğeri ise Gökhan Birben’in ot yesem yaylalarda bana ne lazım börek 

 

Bir daha dönmek üzere ayrıldık yaylalarımızdan. Görülecek, keşfedilecek, hissedilecek çok şey kaldı. Yolumuza çıkan tüm bitkilere, ağaçlara,mantarlara,  bulutlara, yağmurun minik ellerine, patikalara, nehirlere, tüm dostlara, ekibimize, çocukluklarımıza sonsuz teşekkürler.   

Tüm dostlarıma.

'Kendimle temasta değilken seninle temasta olamam.
Kendimi ararken seni göremem.
Yani seni göremeden geçersem, lütfen hatırla,
Bulamadığım benim, sen değil.''
Ruth Bebermeyer 

Beste Pekoz Bonnard
2015

 

Yorum Ekle